Merhaba sevgili dostum,
Ben Can. Yazılarımı belki daha önceden de takip ediyordun veya ilk defa şimdi arkadaş tavsiyesiyle ya da Google’da bir şeylere bakınırken denk geldin. Hoş geldin! Bu yazım çoğunlukla 25 yaş ve daha küçüklere hitap edecek ve her yaş aralığıyla ilgili başlık, o yaşlardaki kişilere yönelik olacak. Yine de, yaşın kaç olursa olsun, yazımı yukarıdan aşağı sırayla okursan tam olarak anlam bütünlüğünü görebilirsin. Aynı zamanda benim yaşadıklarımdan kendi yaşantında birçok benzerlikler bulabilirsin.
Birkaç ay içinde 30 yaşımı tamamlayacağım ve aramızdaki yaş farkı aslında o kadar da fazla değil (Sana aramızda dağlar var gibi görünüyor olsa da :D). Yani demek istediğim şu: Şu anda yaşamakta olduğun gel-gitleri, kararsızlıkları, yol ayrımlarını yaşayalı henüz birkaç yıl oldu veya hala yaşamaya devam ediyorum.
Geçtiğimiz aylarda İlber Ortaylı’nın Bir Ömür Nasıl Yaşanır? isimli kitabını okudum, senin de okumanı çok isterim. Kitabı çok çok faydalı buldum ve İlber hoca da 25 yaşına kadar yapılan bütün çaba, tecrübe ve kişisel kazanımların hayatın geri kalanına çok fazla etki edeceğinden bahsetmekteydi. Kendisi çok haklıydı, ancak tabii ki farklı bir nesilden geldiği için, benim ve yaşıtlarımın mühendislik ve benzeri alanlarda 25 yaşına gelene kadar alması gereken kararları ve ne gibi yol ayrımlarına gelebileceğimizi nokta atışı bilmesi imkansızdı. Bu nedenle, üç paragraf giriş yazısı yazdıktan sonra dördüncü paragrafımda ne demeye çalıştığımı daha detaylı anlatacağım şimdi 😀
16 Yaş ve Daha Öncesi
Ben daha liselere girişe hazırlanırken, Final Dersanesi’nde hepimize bir kariyer profili testi yapmışlardı. Nasıl cevaplar verdiysem, hem mühendis, hem tarihçi, hem pilot, hem de siyasetçi olabileceğim gibi sonuçlar çıkmıştı. Aslında doğru sonuçlar çıkmış 😀 hepsini de olmak isterdim ancak meslek seçimi falan o yaşta öyle uzak şeylerdi ki pek önemsemedim açıkçası. Demem o ki, bu yazıyı okuyorsan ve 16 yaşında ya da daha küçüksen, meslekleri düşünmenin tam da sırası!
Biliyorsun ki, aile büyüklerimiz hafta içi her gün bir yerde çalışıyorlar, bir iş yapıyorlar ve bunun karşılığında her ay belirli bir miktar para alıyorlar. Bu sayede de eve yiyecek, içecek, kıyafetler alınıyor, tatile çıkabiliyoruz, hediyeler alabiliyoruz.
Büyüklerin işten eve geldiğinde, seninle ortak bir noktaları olduğunu fark etmeni isterim. Sen okuldan eve her gün mutlu gelmiyorsun değil mi? Bir gün öğretmeninle çok sıkıcı bir ders geçiriyorsun, başka bir gün bir arkadaşınla büyük bir tartışma yaşıyorsun, başka bir gün ise Matematik sınavından aldığın notla çok mutlu ve gururlu eve dönüyorsun. Hah, işte aile büyüklerin de aynısını işte yaşıyor. Hem de gerçekten neredeyse aynısı! İnanmazsan onlara sorabilirsin. Onlar da müdürleriyle çok sıkıcı bir toplantı geçirebiliyor, başka bir gün bir iş arkadaşıyla büyük bir tartışma yaşayabiliyor, diğer bir gün ise tamamladıkları bir iş için aldıkları notla çok mutlu ve gururlu eve dönebiliyorlar.
Tamam, okul hayatıyla iş hayatının birbirine çok benzer olduğunu anladık. Ders yapmayı biliyoruz, peki iş yapmak nedir? ”İş” diye ne yapacaksın da sana para verecekler? İşte benim bunu anlamam oldukça zaman aldı. İşe girdikten sonra bile tam olarak anlamam biraz sürdü. İş yapmak kısaca, bir konuyu başkalarından daha iyi bilip, bu bilgiyi ihtiyacı olan kişilerle paylaşmaktır. Örneğin bir bakkal kendi sattığı ürünleri yönetmeyi en iyi kendisi bilir, bir pilot kontrolünde olan uçağı kullanmayı en iyi bilir, bir yönetici kendisi adına uzmanı oldukları işi yapan kişilerin uyumlu bir şekilde çalışmasını en iyi bilir. Göreceğin üzere, herkes bir şeyleri en iyi şekilde yapmayı biliyor. Bu bildikleri şeyleri hayata geçirdiklerinde yaptıkları eyleme ”hizmet vermek” denir. Her çalışan, verdikleri hizmet karşılığında aylık bir miktar para alır. Para denen şey, bütün bu hizmetlerin ortak karşılığıdır ve farklı mesleklerden insanların birbirlerinden alacakları hizmeti istedikleri zaman karşılamalarını sağlar. Öbür türlü düşünsene, bir pilot bir bakkala gidip alacağı gofret karşılığında uçak bileti vermek zorunda kalırdı 😀 Bir uçak biletinin kaç gofret edeceğini ölçmek oldukça zor olurdu. Bir de üstelik, alacağın her şey için bunu dönüştürmek gerekirdi. 1 uçak bileti = 850 gofret = Yarım cep telefonu = 2 araba tekerleği gibi 😀
İşte çalışmanın okulda okumaktan birinci farkı şudur: Düşün ki, sömestr tatili ve yaz tatili yok. Sürekli okula gidiyorsun. Bazen kar tatili de yok, sadece bayramlarda tatil yapıyorsun. 60-65 yaşına gelene kadar da aynı işi yapmaya devam edeceksin. Bu nedenle, yapacağın işi doğru seçmen çok önemli. 16 yaşına gelene kadar da mümkün olduğunca kimler ne iş yapıyormuş, nasıl çalışıyormuş, çevrene sorarak başlayabilirsin. En kolayı öğretmenine sormak! Belki farkında değilsin ama o da sana ders anlatarak kendi mesleğini yapıyor.
Çoğu meslekte insanlar gruplar halinde çalışır. Günün belirli saatlerinde işe gidip dönerler, günün belirli saatlerinde toplantılar düzenleyip yapmaları gereken sorumlulukların nasıl gittiğini tartışırlar. Çünkü çoğu iş grup halinde çalışmayı gerektirir, işler detaylandıkça herkes işin belirli bir kısmını yapar ve sadece o alanda uzmanlaşır. Belirli bir sürede, belirli bir para kullanılarak tamamlanan işlere ”proje” denir. Örneğin yeni bir apartman inşa ederken yapılan planlamaların tümüne apartman inşaatı projesi denir.
Öte yandan bir doktor, muayenehanesinde yalnız çalışır. Yardımcıları olsa da, hastaları kendi başına muayene eder ve hastalıklarının neden kaynaklandığını bulmaya çalışır. Bir kaptan pilot da uçağı yardımcı pilotla birlikte uçurur. Bir kitap yazarı, romanını kendi başına yazar ama hikayesini oluştururken başka yazar veya araştırmacılarla buluşup onlardan bilgi alabilir. Gördüğün gibi, bazı meslekler ise kendi başına veya daha az kişiyle birlikte çalışmayı gerektirebilir. Hangisini yapmak daha çok hoşuna gider, bunu düşünmeni tavsiye ederim.
16 – 20 Yaş Arası
Bu yaş aralığı, genellikle liseyi bitirmekle üniversiteye girmek arasındaki kritik dönemi kapsıyor. 16 yaş, benim zamanımdaki eğitim sistemi açısından bütün kaderimi etkileyen bir yaş olmuştu. Çünkü lisede alan seçmemiz gerekiyordu. Ben mühendis olmakla tarihçi olmak arasında takılıp kalmıştım ancak yine de çalışmak bana çok uzak bir kavram gibi geliyordu. Pek sağlıklı düşünemiyordum açıkçası.
Sonuçta kararımı nasıl mı verdim? Hem en sevdiğim dostlarım FM (Fen Matematik) seçtiği için, hem de TM (Türkçe Matematik) bölümündeki hocaları ve arkadaşları hiç tanımadığım için FM’de karar kıldım. Mühendis olmayı hiç istemeseydim bu tam bir trajedi olurdu – ki birçok arkadaşın böyle hayatı kararmıştır eminim – ancak ben bu kararımdan pişman değilim çok şükür. Şunu unutma: Eğer zor bir konuyu gerçekten seviyorsan, sevmene rağmen çok zorlanacaksın ama ileride karşılığını da alacaksın. Bu sadece mühendislik için geçerli değil; örneğin eminim ki alanında uzman bir arkeolog olmak, hele ülkemiz şartlarında mühendis olmaktan çok çok daha zordur.
Bu yaş aralığındaki arkadaşlara, yakın çevresinde, akrabaları arasında ilgisini çeken işlerde çalışan kişilere danışıp, neler yaptıklarını, bir günlerinin nasıl geçtiğini, bir haftalarının nasıl geçtiğini sormalarını tavsiye ederim. Hiçbir tanıdığın yoksa, linkedin.com’da kendine bir hesap açıp, çalışmak istediğin bir iş alanı yazıp ilgili kişilere mesaj atmaya çalışmanı ve nazikçe kendini tanıtıp sorularını sormanı tavsiye ederim. Örneğin, Linkedin’de yazılım uzmanı diye aratırsan birçok kişiyi bulabilirsin. Birisi sana cevap vermedi diye üzülme, elbet yanıt verecek iyi kalpli birisi olacaktır!
Liseyi bitirdikten sonra, üniversite seçimi geliyor doğal olarak. Kesinlikle ilgini çeken bir bölüme girmeni isterim. En iyi üniversitenin alakasız ya da az alakalı bir bölümü olacağına, ortalama bir üniversitenin tam istediğin bölümü olmasını tercih etmelisin. En azından bu benim görüşüm. Mutlaka A Üniversitesi’nde okumalıyım, yoksa mutlu olamam demiyorsan ve örneğin yazılımcı olmak istiyorsan, sırf daha iyi bir üniversite diye A Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümü yerine, daha düşük puanlı B Üniversitesi Yazılım Mühendisliği bölümüne girmeni tavsiye ederim. Evet, özellikle A Üniversitesi’nden mezun olmak Türkiye’de daha önemli görülüyor olabilir ancak emin ol, B Üniversitesi Yazılım Mühendisliği bölümünde okurken kendi çabanla güzel projeler yaparsan ve bunları iş görüşmelerinde anlatabilirsen, A Üniversitesi mezunu yerine seni işe alırlar. Hele yurt dışı hedefin varsa neredeyse hiçbir farkı yok. Maalesef en büyük üniversitelerimiz bile yabancı iş dünyasında pek bilinmiyor. Akademik dünyadaki bilinirlik için bir şey diyemeyeceğim, benim haddime değil.
Sonuç olarak, eğer ilgini seçen bölüme girmezsen, hayatı kendine zindan edersin. Üstelik severek girdiğin bölüm bile beklediğin gibi çıkmayabilir. Ancak şunu hiçbir zaman unutma: İş hayatı asla üniversitede okuduğun derslere benzemeyecek.
20 – 25 Yaş Arası
Eveeet, geldik köprüden önceki son çıkışa. 20 – 25 yaş arası, üniversiteden mezun olmaya yakın olunan ve bir işe girmeye başladığımız yaşlar. Köprüden önceki son çıkış diyorum çünkü ne demişler? Bir işe nasıl başlarsan öyle gider. Artık insan 20’li yaşlara gelince bir an önce bir işe girmek, kendi paranı kazanmak ve aileye bağlı kalmamak veya ailesini ekonomik olarak desteklemek için can atıyor. Bu durumda doğal olarak insan mezun olur olmaz bir iş bulmaya çalışıyor. Maalesef hemen bir işe gireyim heyecanıyla yeni mezunlar aslında hiç de hoşlarına gitmeyecek bir noktadan iş hayatına veya akademisyenliğe atılabiliyorlar.
Yanlış seçim yapmamayı başarmanın en önemli koşulu: Mezun olmadan farklı alanlarda staj yapmak ve çalışmak istediğin alanı seçmek. Alandan kastım şu: Mesela Pazarlama departmanı. Sen Makine Mühendisi olarak mezun olup, makinelerle alakalı pazarlama da yapabilirsin. Yani Makine Mühendisliği bölümünde okuyorsan, mutlaka makine üreteceksin diye bir şey yok. Firmalarda Pazarlama var, Satış var, Satın Alma var. Satış ile Satın Alma’yı da karıştırma; Satış departmanı senin ürettiğin ürünü diğer firmalara satmak için, Satın Alma ise kendi üretimin için tedarik etmen gereken malzemeleri satın alman için uzmanlaşır.
Staj konusuna geri dönelim. Evet, staj bulmak da zor, haklısın! Ancak ilgini çeken farklı farklı konularda staj yapmayı bir şekilde başarabilirsen, o alanda çalışanların neler yaptığını görme fırsatı bulursun. Bu arada stajyer olmak hiç güzel bir şey değil ve muhtemelen sana hiçbir önemli iş yaptırmayacaklar. Ancak zaten stajyer olmanın önemli yanı bir iş yapman değil, o departmanda çalışanları gözlemlemen. Şöyle bir örnek vereyim: Büyük bir firmada 2010 yılında PMO stajı yaptım. O güne kadar PMO’nun ne olduğunu bile bilmiyordum, Project Management Office imiş; yani proje yönetimi departmanı. Bana hiçbir düzgün iş yaptırmadılar doğal olarak ancak ben orada olanları gözlemleme fırsatı buldum. Sırf Excel dosyaları üzerinden projelerin nasıl gittiğini raporlayıp durmadan toplantı yapıyorlardı. Benim için ne kadar anlamsız geldi, nasıl sıkıldım anlatamam. Ben kendim bir konuda uzman olmalıyım dedim; projeleri başkası yönetsin. Bunu bilmeyip şansa böyle bir işe girseydim, ömrüm boyunca başka departmana geçmeye çalışıp debelenecektim.
Peki bu çalışmak istediğin alanı seçtin diyelim, o alanda hangi pozisyonda mutlu bir şekilde çalışacağından nasıl emin olabilirsin? Bunun için de birkaç parametreye dikkat etmen gerekiyor:
Şöyle ki, aşağı yukarı her işte oranları değişiklik gösteren 3 farklı parametre var: Çalışılan yer, çalışılan kişiler ve yapılan işin oranı.
Bu şu demek: Sen hangisinden hoşlanıyorsun? Hep aynı ofise mi gidip gelmek istersin, yoksa şehir şehir dolaşmak mı? Hep aynı kişilerle çalışmak mı daha rahatına geliyor, yoksa her gün farklı insanlarla tanışmak seni daha fazla mı mutlu eder? Günün çoğunluğunda kendi başına hesaplama yapmak / kod yazmak mı istersin, yoksa bütün gün toplantı yapıp insanlarla pazarlık etsen asla sıkılmaz mısın?
Daha detaylı şu şekilde örnek verebilirim:
Çalışılan yer – Muayenehane
Çalışılan kişiler – Hastalar ve asistanlar
Yapılan işin oranı – Çoğunlukla kendi başına muayene yapıp karar vermek
Üstteki örnekte bir uzman doktorun günlük rutini yazıyor. Gördüğün üzere, senin tıbba ilgin olabilir; ama üstteki şekilde her gün çalışmak da hoşuna gidiyor mu?
Yine tıpla ilgili farklı bir örnek vereyim:
Çalışılan yer – Enstitü Laboratuvarı
Çalışılan kişiler – Akademisyenler ve öğrenciler
Yapılan işin oranı – Günün yarısı laboratuvarda kendi başına deney yaparak, diğer çeyreği profesör doktorlara danışarak ve toplantı yaparak, kalan son yarısı asistan öğrencilere ders vererek
Bak şimdi, ilk örnekteki de tıp doktoru, ikinci örnekteki de tıp doktoru ama rutin çalışma düzeni bambaşka. Yani sadece sevdiğin bölümü kazanmak, mezun olunca mutlu olacağın anlamına gelmiyor. Her zaman kendi iç sesini dinlemeli, yapmakta olduğun işte sevdiğin ve sevmediğin şeyleri gözlemleyerek ona göre yoluna devam etmelisin. Unutma, her zaman zararın ne kadarından dönülse kardır. Ekonomik şartlar müsaade ediyorsa asla sevmediğin bir işi yapma, sevdiğin tarafa yönelmeye çalış. Bir türlü tam aradığın işi bulamadıysan da üzülme, sağlığın yerindeyse mutlu ol ve araştırmaya devam et. İnsan sağlığını kaybetmeden geri kalan her şeyin boş olduğunu anlayamayabiliyor.
Sevgilerimle!